ANNE DİYALİZDE DE ANNNEDİR !
“Dalındaki dikenlere sabredip, haline razı olması, gülü çiçeklerin şahı kıldı” der, Mevlana. İnsanlarda da böyle değil midir? Başınıza gelen dertlere ve kederlere ne kadar çok sabrederseniz, o kadar büyürsünüz yaradanın gözünde. Çoğu zaman, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz, hep böyle sağlıklı kalacağız zannediyoruz. Kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi unutuyoruz.
Mesleğim gereği, öyle insanlar görüyorum ki; hastalıklarına rağmen yaşamak için, çocuklarıyla, anneleriyle, babalarıyla biraz daha zaman geçirebilmek ve kimseye muhtaç olmamak için onurlu bir savaş veriyorlar. Bir hemşire olarak, birçok hayatın gözünüzün önünde yaşanmasını izlersiniz. Bazı hayatlar bazen sizi, o kadar etkiler ki; unutamaz, hep anmak ve anlatmak istersiniz.
O çocukları için mükemmel, benim gözümde ise fedakar bir anneydi. Ailevi Akdeniz Ateşi denilen bir hastalığı vardı. Ne yazık iki güzel çocuğu da aynı hastalığı taşıyordu. Bu hastalığa bağlı böbreklerini kaybetmiş ve diyalize giriyordu. Diyalize geldiğinde kapı kollarını, imza attığı kalemi, televizyon kumandasını bile peçeteyle tutardı. Başta çok tuhaf gelmişti bu hali bize. Neden böyle yaptığını sordum. “Çocuklarım var biliyorsunuz. Ya mikrop kapıp daha da hastalanıp, yataklara düşersem ne olacak” demişti. Kendi için değil, çocukları için korkuyordu.
Bazen bir grip bile etkiler, bir diyaliz hastasını. Sağlıklı bir insanın bile, günlerce yataklardan çıkamadığını hatırlarsak, belki o zaman anlayabiliriz, onların korkularını. Hasta olursa, o olmazsa ne yapacaktı çocukları; hep bunu düşünüyordu. Sabah onları kim okula kaldıracak ve kahvaltılarını hazırlayacaktı. Ya ders çalışmazlarsa, okuyamazlarsa. Anne yüreği işte; başka ne derdi olacaktı ki? Bütün anneler bilir; bir annenin gözünde, büyümez çocukları, kaç yaşına gelirse gelsin.
Diyalizden, hiçbir zaman erken çıkmak istemezdi. Uzun saatler diyalize girerse; daha uzun yaşayabileceğini bilirdi. Uzun yıllar yaşamak istediğini, çocuklarının ona ihtiyacı olduğunu anlatırdı. Bazen çok yorgun gelirdi, diyalize. Evinin temizliğini yaptığını anlatırdı. Neden bu kadar çok yoruyorsun kendini, diye kızardım ona. Ben ona kıyamazdım; o da yavrularına hiç kıyamazdı. Bir kızı o zaman 14 yaşlarındaydı. Öyle çok dua ettim ki onun için; belki şimdi üniversiteye başlamıştır. Çünkü annesinin onu maddi zorluklara rağmen dershaneye göndermeye çalıştığını hatırlıyorum. Bazen diyalizde annesinin yanına gelirdi, okuldan çıktıktan sonra. Başını annesinin yastığına koyar, uykuya dalardı. O anne ve kızının halleri, gözümün önünden hiç gitmez. Yine de şanslı olduğunu düşünürüm, o küçük kızın. Annesiyle hatırlayacağı güzel hatıraları var, çünkü. Birlikte yaşadıkları güzel günler oldu. Bir annenin yavrusuna öğretecekleri bitmez; ta ki ömrü bitene kadar. O da bir annenin, yavrusu hastalandığında başucunda, kendi hastalığını unutup, nasıl bekleyebildiğini öğrenmiştir, annesinden. Annesiyle aynı yastığa başını koyduklarında anne kokusunu öğrenmiştir; bu öyle bir kokudur ki; onu her hatırladığında kalbini sızlatıp ağlatacaktır belki. Ama bu; ilerideki yaşamında, hayatına girecek insanlara, merhamet duymayı öğretecektir. Kim bilir o fedakar anne, bu dünyadan, cennetin neden anaların ayakları altında olduğunu anlatarak gitmiştir, ebedi hayatına.
Yayın Tarihi: 24/03/2016