DİYALİZ HEKİMLİĞİ 2 - DİYALİZ HEKİMİNİN DEĞİŞEN DÜNYASI
Ben Tıbbiye’nin ilk sınıfında iken hocamız “bana ve arkadaşlarına kendini tanıt, neden hekimliği seçtiğini anlat” dedi. Ben anlatmaya başladım: “Babam köylüdür, bizler rençperlik yaparız, zenginlerin topraklarını yarıcı olarak işleriz. Annemin kalça çıkığı vardır, küçükken hep onu iyileştirmek isterdim.” dedim. Hocamız sınıfa yüzünü döndü: " Çocuklar, çok şey beklemeyin bu hekimlikten. Bir eviniz, bir arabanız olabilir en fazla, çocuklarınızı da okutabilirseniz ne mutlu size. Hekimlik bugünlere kadar gelebilmişse, aristokrat mesleği olması yüzündendir. Fakir aile çocukları ise tehlikelidir bu meslek için. Çünkü; onlar para kazanmak için, meslek ilkelerinden ödün vermek zorunda kalabilirler” demişti. Bu sözle, hocalarımızın cılız omuzlarımıza yükledikleri bu ağır yük, fazlası ile kemirdi, hırpaladı, bizi yıllarca. Bu sebeple hep vermek istedik, aldığımızdan fazlasını. Hep borçlu hissettirdi bizi, bu mesleğe. Annemizi morga kaldırmadan, acil odasında bekletip, hiçbir şey olmamış gibi, diyalizde hastaların vizitini yaptık. Seansı bitirip, hastalarımızı yolladıktan sonra, ıslak gözler ve melankolik bir ruh hali ile cenazemizi alarak, yollara koyulduk.
1996 yılında yeni mezun genç idealist bir hekim olarak, kişisel nedenlerle hemodiyalizde çalışmayı tercih etmem gerekti ve yarım aylık maaşımı hediye olarak vererek, diyaliz merkezinde göreve başladım. Diyaliz hekimliğinde çalıştığım ilk yıllarda sertifikalandırma çalışmalarını yetersiz buldum ve sertifikaya gitmemek için direndim. Daha sonra da patronum sertifikaya göndermemek için direndi, çünkü sertifika alırsam maaş yükseltme isteyecektim ve kurs boyunca sabahlara kadar çalıştıracak yeni bir hekim bulmak hiç kolay değildi. Bakanlık makamlarına yaptığım kişisel müracaatlar sonucu, epeyce meşakkatli bir sürecin sonunda sertifika için kurs çıkmıştı. Bu sırada aldığımız maaş, hemşire maaşı düzeyindeydi. Şişli Etfal Hastanesi’nde 6 aylık zorlu bir kurs dönemin sonunda, sınava girip başarılı olarak, sertifikamızı almaya hak kazandık. İyi diyaliz yapmak ideali ile çıktığımız yolda, koskocaman 2 tane on yılı bitirmişim.
Zaman içinde yönetmelik değişiklikleri ile hemodiyaliz ortamından uzaklaştırılan her çalışanın (psikiatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen) iş yükü, diyaliz hekiminin omuzlarına yüklendi. Burada kamu erkinin amacı ise; diyaliz seansı ücretini yükseltmek yerine, kadro azaltılarak, işgücü maliyetinin düşürülüp, merkez sahiplerinin memnun edilmesiydi. En son, tam gün yasası ile, mesul müdürlük sorumluluğu taşıyan nefrologlar ve iç hastalıkları uzmanları da diyaliz merkezi dışına itildi. Hekimlerin beklediğinin aksine mesul müdürlük, diyaliz hekimine pozisyon kazandırmak şöyle dursun; işveren adına, kamu erkine karşı, onlarca sorumluluk ve hesap verme zorunluluğu ile, iş ortamını daha da çekilmez bir hale getirdi.
SGK, Sağlık Bakanlığı, işveren, hasta ve hasta yakınlarının diyaliz hekimine yüklediği sorumluluklar bir yana; seansta artan hasta sayısı ve uzun çalışma saatleri, diyaliz hekimini zorlamaya başlamıştı. Dahası, koordine olamayan sağlık sistemi, hastasını korumak adına verdiği yoğun emek, 112 den ambulansın gelmesi için yaşadığı eziyet, konsomasyona dönük çalışma ortamı nedeniyle, diyaliz hekimliği; artık yapılabilir bir iş olmaktan çıkmıştı. 2965 hekim sertifika alarak, diyalizde çalışma ortamına girmesine rağmen; bugün aktif olarak 1000 civarında hekim diyaliz hekimliği yapmaktadır. Artık kimse diyaliz hekimi olmak için sertifikaya bile başvurmuyor. Yıllar içinde gitgide kötüleşen koşullar, diyaliz hekimini ardına bakmadan, koşarak, kaçmaya zorlamaktadır.