ŞİFA DAĞITAN MELEKLER
Bizler birer beyaz meleğiz. Kimine göre mavi melek, kimine göre beyaz melek diye de anılırız. Bana göreyse şifa dağıtan melekleriz.
Ben bir onkoloji hemşiresiyim. Şu anda mesleğimin 31. yılını dolduruyorum. Aradan geçen 31 yıl boyunca hayata dair ne sevinçlerim sona erdi, ne de umutlarım. Özellikle onkoloji bölümünde edindiğim tecrübeler, mesleğimin inceliklerini yeniden öğretti.
Hemşireliğin en hassas, en insani duyguların ön plana çıktığı, en küçük umutların kocaman denizlere dönüştüğü bir alan olduğunu an be an hissediyorum. Mesela; ilk kemoterapisini alan meme kanseri genç ve güzel bir bayanın üzüntülerini hafifletmeye çalışırken, gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. Bana, “Siz hayatın şifrelerini çözmüşsünüz, artık üzülmemeyi, hayatla baş etmeyi öğrenmişsiniz…” dediğinde anılar galerisi harekete geçiyor. Ona uzun uzun bakıyorum. Gözümün önüne sosyalizasyon bölgelerinde çalışırken havale geçiren al yanaklı on sekiz aylık bir kız çocuğunun ateşini düşürerek, en yakın ilçedeki hastaneye gönderdiğim geliyor. Yatak yokluğu yüzünden hastaneye yatırılamayan bebeğin, ertesi gün ikinci bir havale geçirdiğini duyduğumda, ne kadar üzüldüğümü söyleyemiyorum. Kuduz bir köpeğin ısırdığı ineğin etini yiyen dört yaşındaki Yasin’in kudurarak öldüğünde çaresizce ağladığımı söyleyemediğim gibi…
Güzel anılarımda oldu elbette. Sağlık ocağının tahsis ettiği Land Rover jip ile köylere aşıya gittiğimde, iki aylık bir bebeğin gözlerinde problem olduğunu fark etmiş, ailesine en kısa zamanda bebeği bir göz doktoruna götürmeleri gerektiğini öğütlemiştim. Bir ay sonra tekrar aşıya gittiğimde göz doktorunun bebeğin doğuştan katarakt olduğunu, on gün daha getirmeseler tamamen kör olabileceğini söyleyerek hemen tedaviye başladığını öğrendiğimde çok mutlu olmuş, teşekkür etmek için yanıma gelen ailenin sevincine yürekten katılmıştım. Ebe-Hemşire olarak atandığım bir sağlık ocağında çalışırken bir gün, eşek sırtında, yetmiş yaşlarında bir amca gelmişti. Israrla, “Bana omuzumdan iğne yapın, omuzum çok ağrıyor,”diye tekrarlayıp duruyordu. Doktorun bana deri altına serum fizyolojik yapmamı önermesi üzerine, ellerim titreye titreye serum fizyolojik yapıp amcayı göndermiştim. Bir ay sonra aynı amca eşeğine binip tekrar geldiğinde ağrılarının geçtiğini, aynı iğneden tekrar yapmamı istediğinde gülümsememi engelleyememiştim.
Sosyalizasyon bölgelerinde, en çok bebeklerin yanlış beslenmeleriyle mücadele ettim. Metal bir tabakta, sadece su ile ezilmiş bisküviyi üç öğün yedirme alışkanlıklarını bıraktırmayı, zor da olsa başarmıştım.
Dünya Sağlık Örgütü’nün bir kampanya dâhilinde Sağlık Ocaklarına gönderdikleri kendinden ısınmalı, doğum masalarını manuel olarak kullanmak zorunda kalmıştık, çünkü elektrik sistemi ve fişini takabileceğimiz üç delikli priz yoktu!
Sağlık personeli olmak kocaman bir yürek istiyor. En ücra beldelere hizmet götürmek ayrıca cesaret ve kendine güven gerektiriyor. Her gün yeni maceralar, her gün yeni bilgiler, yeni vakalar ve benzer olayları hatırlamalarla geçiyor.
Ben hemşireyim en iyi bildiğim şeyi yapıyorum: işimi... Bazı zamanlar üzülsem de mutluyum, gururluyum.
Biz hemşirelerin empati kurmada, hasta ve yakınlarına yaklaşımda, gözlemcilikte üstümüze yoktur. Doktorla hasta arasında köprü olur; iç dinamizm, sorumluluk duygumuz, iletişim ve sorunlara etkin ve pratik çözümler bulan duygusal zekâmız sayesinde problem çözeriz. Çok geniş kitlelere hitap ederiz. İnsanların en acılı zamanlarında, en özel anlarında, en muhtaç ve korunmasız anlarında ağladıkları bir omuz oluruz. Sıradışı hastalıklar, unutulmayan neşeli farklı karakterde hastalar, kaderin cilvesiyle bir araya gelen ilginç olaylara, tanıklık ederiz. Rolümüz değişmez ama, iş yükümüz her geçen gün artarak büyür; halkın bizden beklentisi yüksektir. Ülkenin her beldesinde, her şehrinde çalışır, en ücra yerleşim yerlerine sağlık ve güven aşılarız. Emek verilen iş, hayatın ta kendisidir. Ölümle yaşam arasındaki saniyelik çizgide yer alan, ekibin en önemli parçası oluruz.
Bir hayatı kazandığında sevinip, bir hayatı kaybettiğinde, gözyaşlarını içine akıtıp işine devam eden neferleriz biz. Hem sanatçıyız, hem bilim insanıyız. Karmaşık insan kümelerine hizmet veren biz hemşireler, her durum ve şarta ayak uydurarak gece gündüz demeden çalışırız; çünkü meslek kanımıza işlemiştir. Çalışma alanımız kocaman bir dünyadır, içinde her türlü hastalığın bulunduğu…
Hangi meslek dalı olursa olsun işini severek yapmak başarıyı da beraberinde getirir. Hemşirelik diplomasına sahip olanlar tam teşekküllü bir hastanenin bütün birimlerinde çalışır. Ana prensip, tedavi sürecinde hasta haklarını göz önünde bulundurmanın yanında, “anne-baba testi”ne başvurarak davranmaktır. Yani kendi yakınımız olsaydı ne yapardık? Nasıl bir bakım verirdik? Kendi yakınlarımıza nasıl davranıyorsak, hastalara tedavi uygularken, bakım yaparken de öyle davranırız. Hizmeti, empatiyi sempatiye dönüştürmeden yürütür; hasta hakkını, sağlıklı yaşam hakkını, biz çalışanların hakkını koruyan yasalara dayanarak denge sağlarız.
“Bizim başlangıç dediğimiz şey, genelde sondur. Ve bir son yaratmak, başlangıç yaratmaktır. Son başladığımız yerdir.” T.S Eliot, Little Gidding (1942)
Bilimin ışığında dünyanın en değerli varlığına; insan bedenine hizmet veriyoruz. Sonu ve başlangıcı ne olursa olsun, her geçen gün yeni bilgiler öğreniyoruz. Hemşirelik gün geçtikçe gelişen, rolü ağırlaşan, geçerliliğini koruyan bir meslek olarak devam edecektir.
Yayın Tarihi: 04/06/2016